REZİLLİĞİN ‘ELİT’ HALİ

Burdur merkezli bir gazete bir ‘haber’ yayınlar. İddiaya göre Şarkikaraağaç’ta bir baba oğlu tarafından cinsel istismara uğrar. İddia çürümüşlüğün, ahlaksızlığın ve söylenebilecek bir çok olumsuz şeyin zirvesinde.

Bu ‘haber’ kısa sürede Isparta’da bir çok basın kuruluşu tarafından ve son günlerde artan sosyal medya haber sayfaları tarafından da paylaşılır.

Gelsin tıklar... gelsin etkileşimler, yorumlar...

Sosyal medya haberciliğinin daha doğrusu dijital mecrada haberciliğin esası artık ‘tık’ meselesi. Yani ne kadar çok tıklanırsan, beğeni alırsan, yorum alırsan o kadar iyisin. Yani nicel bir mesele artık habercilik. Niteliğin çok bir anlamı ne yazık ki yok.

Başlığı tuzaklayıp, okuyucuyu çekmeyi başardıysan işlem tamam.

İşte bu yöntemi göstermek için bu yazının üst başlığına “Şarkikaraağaç’ta Kaymakamlığın yalanladığı çirkin iddianın iç yüzünü açıklıyorum” diye yazdım. Doğru söyleyin, sizi bu yazının içine çekti değil mi?

Hafif yaralamaları kazalara ‘Feci Kaza’, sıradan bir duruma bile ‘Yok artık, bu kadarı da görülmedi’ gibi başlıklar daha doğrusu tuzaklar atmanın sebebi de bu.

Haberlerin ardından şehir dışından da bir çok meslektaşım ve arkadaşım aradı. “Sizde göremedim haberi nedir konu?” diye sordu.

“Araştırıyorum ama teyid edemedim” dedim.

Hatta bir gazeteci arkadaşım da kendince alay etti; “Sen teyid edene kadar millet haberin kaymağını yiyor” diye.

Neyse, kısa sürede Şarkikaraağaç Kaymakamlığı haberi yalanladı ve ilçede böyle bir olayın söz konusu olmadığını, gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Ben konunun detayına ulaşamadım. “Ortada bir olay var da Kaymakamlık üstünü mü örtüyor acaba” sorusu bir gazeteci için her zaman gündeminde olmalı ve tabiki benim de gündemimde var.

Ama, bu yazının konusu olayın gerçekliği ya da sahteliğinden ziyade (O tarafını da araştırmakla beraber); olayın habercilik açısından akışı.

Elinde hiçbir kaynağı olmayan, hatta haberi ilk yapan kaynağı dahi arayıp, arkadaş bu konu nedir diye sormayan ama büyük bir gazetecilik başarısı gibi süslü görsellerle olayı takipçisine okuyucusuna aktaran anlayışı sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

Ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada gazetecilik, masa başında kopyala-yapıştır yapan “editörlerin” insafına kalmış durumda. Ne sahada muhabir var, ne de kaynağı arayıp doğrulayan gazeteci. Bir yerden al, kopyala; öbür tarafa yapıştır. Buna habercilik değil, olsa olsa içerik aktarımı (neşriyatçılık) denir.

Sorun bireysel değil, yapısal. Yerel medyanın büyük kısmı artık “habercilik” yerine içerik transferiyle ayakta durmaya çalışıyor. Oysa haber sadece bilgi aktarmak değildir. Akademik literatürde bunun adı *“teyit kültürü”*dür. Bu kültür olmadan yapılan iş, sadece söylentinin dolaşıma sokulmasıdır.

Eskiden stajyer öğrencilere kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerle ilgili haberler yaptırırdık: Kalaycılık, semercilik, nalbantlık… Şimdi o listenin yanına gazeteciliği de eklemek gerekiyor. Çünkü muhabirlik, yani sahada haber kovalayan gazeteci, neredeyse yok oldu.

Ekonomik koşullar da bu çöküşü hızlandırıyor. Yerel gazeteler muhabir çalıştıracak bütçeyi bulamıyor(Buldukları dönemde ne kadar çalıştırdılar o da ayrı bir konu); internet siteleri reklam gelirinden pay alamıyor. Çareyi de masa başında hazır içerikleri kopyalamakta buluyorlar. Ama bu anlayışın adı gazetecilik değil.

Habercilik, iletişim kuramcılarının da altını çizdiği gibi “kamusal alanın inşasında” merkezi bir role sahiptir. Eğer bu rol masa başındaki kopyalama pratiğine indirgenirse, toplumun doğru bilgiye ulaşma hakkı da gasp edilmiş olur.

Bir gün kaybolan meslekler sergisi açılırsa vitrinde gazeteciliği de görmemek için bugünden tedbir almalıyız. Çünkü gazetecilik ölürse, sadece bir meslek kaybolmaz; toplumun gerçeğe ulaşma imkânı da yok olur.

İşte, Şarkikaraağaç’ta yaşandığı iddia edilen olayın medya etiği açısından iç yüzü budur.